Arkadaş; arkandan yaş döken iki göz, sen olmayınca sen olan tek söz. Yalan yaşayıp her diyardan bir nefes aldığımız şu dünyada omzumuzu dayayıp da Şems’in Mevlana’sı olmayı çok istemez miydik acaba? Yaşanmışlıklarımızı dünyada kimse kalmamış, kalanlar da kör ve lal olmuş gibi sadece günlüğe anlatmaya çalışan insanlardan olmuşuz. Bir serçenin ürkek güvenine sahip insanların, içini dökecek bir dostu bulması ne zor. Dost diye sarıldıklarımızın ne zaman çelme takıp da yuvarlayacağını hesaplar olmuşuz. Arkadaş, ağacın dalında beraber olgunlaşmış iki meyvenin birbirine yaslandığı taraflarının güneşten faydalanamamış yanlarının olgunlaşmadığı gibi yufka olmakmış. Bir bakışın manasını her dile çevirebilmekmiş. Onun sevdiğinden sevda beklemek sevmediğinden kaçmakmış. Nerde kaldı bu denli dostluklar, nerde kaldı manasını kaybetmiş yarenlikler? Şimdilerde para en iyi arkadaş, gösteriş en iyi sırdaş ve hastalıklar fizyolojikten çok psikolojik olmuş. Dost muhabbeti her derde deva olmasaydı kafasını feda edeceği bir dost ister miydi Şems Mevlasından.
Şems ellili yaşların sonuna kadar gezmediği ülke gezmediği şehir kalmamışken içindeki ateşi söndürecek bir ferah nefes bulamamıştır. Diyar diyar dolaşıp degah dergah aşkı arayıp her pirden toz alan aradığını bulamayan Şems, bir gün daha fazla bu yokluğa dayanamayıp mevlasına dua eder ve uykuya dalar. Şems her zamanki gibi gittiği yerlerde,kabirlerde konaklamakta ve korku ne bilmemektedir. O gün yattığı mezarın içinden bir ses gelir: “-Bu sevda için başını vermeye razı mısın?” der. Şems hiç şüphe etmeden bu sese “eyvallah” diye karşılık verir ve evrenin en büyük dostluğu başlar. Şems ve Mevlana’nın dostluğu çok süremese de en büyük dostluk en büyük aşk olur. Bu büyük alev ateş aldığında verdiği söz gibi Şems’in kanıyla söndürülür. Şimdi sözün sonuna gelmişken dostu dost gibi bulmanız dileğiyle…
"DOST SEN ÖLÜNCE ÖLEN DEĞİL SENİ KENDİNDE YAŞATANDIR"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder