Orta okul yıllarımdan beri bildiğim ama kime anlatsam dikkatle dinlediği bir kıssayı sizinle paylaşmak istiyorum. Bazı insanlar kendi kıymetlerini bilemezler ya , bu hikayede biraz öyle işte. Milli şairimizi bile etkileyen kalbi olanın kalbine dokunan bu olayı içine kendinizi koyarak okumanızı ve okutmanızı dilerim....
Mehmet Akif her sabah namaz için Sultan Ahmet Camii’ne gelir.
Her gelişinde de yaşlı bir adamın kendisinden önce gelmiş olduğunu
görür. Ne kadar erken gelse bu durum değişmez. Yaşlı adam mutlaka camiye
ondan önce gelmiş bulunur. Ancak bu yaşlı nur yüzlü adam hiç durmadan
gözyaşı dökmektedir.
Bundan sonrasını Mehmet Akif şöyle anlatıyor:
Bu yaşlı insanın yanına bir gün sokuldum ve niçin durmadan ağladığını sordum ve ona Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin enginliğini anlattım. Ama o yine ağlamasına devam etti. Bana: “Derdimi tazeleme, git” Dedi. Ben yine ısrar ettim. Çaresiz kaldı ve yine gözyaşları içinde bana şunları anlattı:
Bu yaşlı insanın yanına bir gün sokuldum ve niçin durmadan ağladığını sordum ve ona Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin enginliğini anlattım. Ama o yine ağlamasına devam etti. Bana: “Derdimi tazeleme, git” Dedi. Ben yine ısrar ettim. Çaresiz kaldı ve yine gözyaşları içinde bana şunları anlattı:
“Ben” dedi ,ikinci Abdülhamid zamanında binbaşıydım. Ailem çok zengindi. Ve ben bir subaydım, kışladan hiç ayrılamıyordum. Ancak bir gün anne ve babamın art arda vefat haberlerini aldım. Ailede benden başka da işlerimizi evirip çevirecek kimse yoktu. Çiftlikler, dükkanlar, mağazalar ortada kalmıştı. Hemen Sadarete bir dilekçe ile müracaat edip istifa etmek istediğimi bildirdim. Sadaretten gelen cevap olumsuzdu. İstifam kabul olunmamıştı. Ben ikinci ardından üçüncü bir müracaatta daha bulundum. Ama her defasında ret cevabıyla karşılaştım. Bunun üzerine Hünkar’a (11. Abdulhamit Han’a) müracaata karar verdim. Bu kararımı sadarete bildirdim. İsteğim kabul edildi ve mabeyne alındım. Durumumu Hünkar’ a anlattım. Elimden geldiğince mazeretimin meşruluğunu ispata çalıştım. Hünkar istifa talebimden hoşlanmamıştı. Yüz ifadesinden bunu anlamak hiç de zor değildi. Ben ısrar edince isteksiz bir halde elinin tersiyle işaret etti: “Git, seni istifa ettik” dedi.
Ben sevinerek huzurdan ayrıldım, eve döndüm. Çünkü o dönemde gerek
içte ve gerekse dışta karışıklıklar hat safhada idi. Rahat bir uyku
çekmek için yatağa girdim. O gece rüya gördüm. Rüyamda Osmanlı ordusu
tabur tabur, bölük bölük geliyor ve Efendimiz (s.a.v)’e teftiş
veriyordu. (Bu ordu ki kısa bir müddet sonra bütün cihana karşı kavga
verecekti. Ve bu ordunun teftişini bizzat Efendimiz (s.a.v) yapıyordu.)
Yanında Dört Büyük Halife olduğu halde Efendimiz (s.a.v) önünden geçen
bölük ve taburları teftiş ederken, O’ndan bir adım geride edep ve
terbiye içinde, boynu bükük halde Abdülhamid de bulunuyordu. Derken
benim tabur geçmeye başladı. Ancak tabur dağınıktı. Başlarında kumandanı
yoktu. Efendimiz (s.a.v) bunu görünce Abdülhamid Cennet mekana dönerek:
“Bu birliğin kumandanı nerede?” Diye sordu. O da “Efendim çok israr
etti bizde istifasını verdik .” Cevabını verdi. İşte o zaman Efendimiz
(s.a.v), beni bütün bir ömür boyu ağlatan şu sözü söyledi: “Ya
Abdulhamit Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik.” Söyledi.
Efendimizin bu sözünü duyduktan sonra bütün dünyam harap oldu. Artık
hayat benim için zindan oldu. Şimdi ben ağlamayayım da kim ağlasın?
Ve Mehmet Akif diyor ki:
”Yaşlı adam ağlamasına, inlemesine devam
etti.” Derdi çok büyüktü. Sessizce yanından uzaklaştım. Zaten başka
yapabileceğim bir şey de yoktu. Zira bu pir-i fani, tesellisini yine
Efendimiz (s.a.v)’den bekliyordu. Acaba Efendimiz onu kabul edecek
miydi? Kabul edildiği müjdesi gelmeden belli ki inlemesi dinmeyecekti…
Bazen pişmanlıklar insanı bir ömür boyu harap ediyor.Bu gerçek alıntıda bizlere birer örnek olsun vee efendimizin istifa ettirdiklerinden olmayalım...Paylaşımınız için teşekkür ederim.AEO
YanıtlaSil